Kültür vakfı
Kabare tarihinin ve öncülerinin seksen binden fazla ismine ait sekseni aşkın sanatsal ve belgesel miras ve materyaller kabare tarihinin özünü oluşturuyor. 1961 yılında Mainz’te Reinhard Hippen tarafından kurulan özel koleksiyon başlangıçta bağlı vakıf olarak 1989 yılında Mainz şehrinin zimmetine geçti. Arşiv, o zamandan bu yana Jürgen Kessler yönetiminde, 1999 yılında da milli menfaat gerekçesiyle ve federal Kültür ve Medya Bakanlığının mali yardımıyla birden fazla kamu kurumunun desteklediği bir kültür vakfı haline getirildi. 2004 yılında arşiv Mainz’teki tarihi eşya ambarına taşındı.
Berburg Koleksiyonu
Bernburg an der Saale’de bulunan ikinci yerinde, Bernburg belediyesinin ve devletin desteğiyle
Berburg Şatosu’na ait Christiansbau’da Eulenspiegelturm’un (Eulenspiegel kulesinin) yanında, 2004 güzünden beri DDR’in (Doğu Almanya) kabare tarihi koleksiyon haline getirilip belgeleniyor.
Mizahın yıldızları
Her iki arşiv şubesinde de müze konsepti düzenlemelerinde 20. yüzyılın önde gelen kabare sanatçılarını anımsatan esintiler var ve mizahın yıldızları kalıcı olarak sergileniyor. Mainz, eşya ambarı ile forum tiyatrosunun arasında kabare dünyasının ‘ölümsüz yıldızlarını’ bir “Yıldızlar Geçidinde”, Bernburg ise, Bernburg Şatosu’nda bir “Onur Listesinde” parlatıyor.
Alman Kabare Arşivi
Alman mizahçıları belgesel merkezi
1961′den beri
Amacı | Mizahın oyun şekli olarak kabare ve edebi, politik, felsefi ve şiirsel içeriği belgeselin ana konusudur; çok yönlü gösteri şekillerinin devamlı birikimleri ve bilimsel yararlılığı ise Alman kabare arşivinin en önemli amacıdır.
Her gün dünyanın her yerinden gelen kullanıcıların çeşitli taleplerine cevap veriliyor. Arşiv öncelikli olarak edebiyat ve tiyatro bilimi, medya ve müzik bilimi, dil bilimi, sosyoloji, iletişim, kültür ve siyaset bilimi gibi alanlarda yapılan çalışmalar, yüksek lisans ve doktora tezi için kaynak ve araştırma merkezi olarak hizmet veriyor.
Arşiv, düzenli olarak Almanya çapında sergileniyor. Şimdiye kadar İsviçre, Avusturya, Lüksemburg, İsrail, Japonya, Polonya, Macaristan ve Avustralya’da da sergilendi. Altı bölümden oluşan 100 YILLIK GEÇMİŞİYLE KABARE serisi Berlin Sanat Akademisi’nde açıldı. Federal konsey başkanının talimatıyla ulusal bayram münasebetiyle “Siyasi kabare çerçevesinde Alman – Alman tarihi” temalı özel bir gösteri düzenlendi: pek çok şey tiye alınıp hep birlikte gülündü.
2018 yılı
“Kristal Gece” olarak adlandırılan, Nazi Almanyası’nda Yahudilere karşı ilk saldırının düzenlendiği 10 Kasım 1938 gecesinin 80. yıl dönümüdür.
Ve 1933 yılında 10 Mayıs’ta Berlin’de ve 23 Haziran’da Mainz ve başka yerlerde kitapların yakılmasının üzerinden ise 85 yıl geçti.
Sebastian Haffner, Nasyonal Sosyalist rejim zamanında siyasi-edebi kabarenin her şeye rağmen neler başardığını vefatından sonra yayınlanan hatıratında anlatıyor: “Bir Almanın Hikayesi”
Ölüm korkusu
ve son teslimiyet deneyimimiz ile ancak onu yok sayarak ve eğlenmemize devam ederek baş etmemiz de bir bakıma bizim ayıbımız. Sanırım yüz yıl önce genç bir çift bunu daha iyi değerlendirebilirdi; tehlike ve kaybolmuşluk içinde muazzam bir aşk gecesi şeklinde olsa bile. Bizler ise daha iyi bir şekilde değerlendirmenin bir yolunu bulamadık ve kabareye gittik, zira gitmemize bir engel de yoktu: birincisi her hâlükârda yine gideceğimiz için, ikincisi ise sorunları mümkün olduğunda aklımıza getirmemek için. Bu oldukça acımasız ve serinkanlı gibi görünse de, aslında bir nevi bir zayıflık göstergesi olup, acı duymak şeklinde dahi olsa, durumun vahametinin farkında olmadığımızı gösteriyordu. Genelleme yapmamda sakıncası yoksa, bana göre bu, yakın Alman tarihinin en ürkütücü olaylarından birisi; bir yanda eylemlerin failleri, diğer yanda ise acıların şehitleri yok; her şey zayıf, acınası bir duygu ile tarafsız bir rezilliğin arakasına sığınarak bir tür yarı baygınlık hali içerisinde gerçekleşiyor: Eşek ş kası yaparcasına cinayetler işleniyor, alçalma ve maneviyatın ölümü, sadece rahatsız edici bir olay gibi kabul ediliyor ve fiziksel şahadet “şanssızlık” gibi algılanıyor.
Ancak biz o gün gösterdiğimiz
kayıtsızlıktan dolayı ücret ile ödüllendirildik, çünkü tesadüf eseri katakompta bulduk kendimizi, bu da o akşamki ikinci kayda değer vukuat idi. Almanya’da bir tür direniş gösterilen kamuya açık tek yere gelmiştik; cesur, komik ve kibarca bir direniş. Öğleden önce, dört yüz yıllık geleneğe sahip Prusya yüksek mahkemesinin Nazi yönetimi karşısında görkemsiz bir şekilde çöküşüne şahit olmuştum. Aynı günün akşamında ise hiçbir geleneğe sahip olmayan bir avuç Berlinli kabare oyuncusu şanlı ve zarif bir şekilde bu onura sahip çıkmıştı. Yüksek mahkeme çökmüştü. Ancak katakomp ayaktaydı.
Bir bölük
oyuncuyu zafere taşıyan adam; (zira ölüm tehdidi savuran yönetime karşı her türlü dik duruş ve takınılan tavır bir tür zaferdi) Werner Finck idi. Bu ufak tefek kabare sunucusu, Nazi Almanyası’na kuşkusuz adını altın harflerle yazdırdı ve bu şerefe erişebilen nadir kişilerden biriydi. Kahramana benzemiyordu fakat buna rağmen neredeyse bir kahraman oluyordu. Ne devrimci bir aktör, ne sivri dilli bir alaycı, ne de Davud’un sapanı idi. Zararsız ve nazik bir kişiliği vardı. Yumuşak, ahenkli ve süzülen bir mizah anlayışına sahipti. En etkili yöntemi, ustası olduğu mecaz ve kelime oyunları idi. “Gizli anlam” denen bir şey bulmuştu; ve elbette esas anlamlarını zaman geçtikçe daha da gizli tutmaya çalışıyordu. Ancak düşüncelerini gizlemiyordu. Zararsızlığın ve nezaketin yok olmaya yüz tutuğu bir ülkede bu özellikleri barındıran bir sığınak gibiydi. Ve tam da bu zararsızlığın ve nezaketin içindeki “gizli anlam” ise gerçek ve eğilmeyen cesaretti. Almanya’nın ortasında Nazilerin gerçekleri hakkında konuşmaya cesaret ediyordu. Konferanslarında toplama kamplarından, ev aramalarından, yayılan korkudan ve yalanlardan bahsediyordu; alaycı ifadesi, içinde tarifsiz bir sessizlik ve acı ile beraber sıra dışı bir teselli gücü barındırıyordu.
Bu 31 Mart 1933
gecesi belki de hayatının en önemli gecesi idi. Bina, sonraki günlerde, derin bir uçuruma bakarcasına gözlerini boşluğa dikecek olan insanlarla dolup taşıyordu. Finck insanları öyle güldürdü ki; daha önce hiçbir seyirci kitlesini böyle gülerken görmemiştim. Acıklı bir gülmeydi, sarhoşluk ve çaresizliği ardında bırakan yeni doğmuş bir dik başlılığın gülüşüydü ve tehlike de bu gülüşü besliyordu. SA’nın çoktan gelip evdeki herkesi tutuklamaması mucize gibi bir şeydi. Biz o akşam muhtemelen Grüner Wagen tiyatro sahnesinde bile gülmeye devam ederdik. İlginç bir şeklide tehlikenin ve korkunun ötesine geçmiştik.
Bekleriz…
Mainz’in tarihi erzak ambarında beni ziyarete geldiğinizde şaşıracaksınız. Ben, kesinlikle tozlu ve sıradan bir arşivden çok daha fazlayım. Tabiri caizse, gençliğime rağmen klasik bir tarzım var. Neredeyse bin metrekarelik alan üzerinde adeta bir müze şıklığında kendimi gösteriyorum. Tabii ki sizin için! Sonuçta benim bir görevim var. Kamunun kültürel yararına. İçimde bütün bir tarzı ve kendine özgü bir sanat akımını barındırıyorum diyebiliriz! Kurucum beni Alman mizahçıların dokümantasyon merkezi olarak kütüğe kaydettirmiş. 1961 yılında, Mainz’e gelir gelmez bana gururla “Alman Kabare Arşivi” ismini verdi.
Çalışanlarım dünya çapında mizahın oyun ve sunum şekilleriyle ilgileniyorlar.
Bu nedenle yurt dışından çok misafirimiz geliyor. Geçenlerde Moskova’dan bir öğrenci, doktora çalışması için yirmili yıllardan materyal toplamak, Japon bir profesör ise sürgündeki kabare ile ilgilendiği için gelmiş. Yale Üniversitesi’nden bir araştırma öğrencisi, halk şairinin orta çağdaki siyasi besteci olarak öncü rolünü araştırmak için, arşivin alt katında dokuz ayını geçirmişti. Dünyanın her yerinden devamlı olarak gelen yazılı talepler insanların hazinelerime olan ilgisinin bir kanıtıdır. Bu nedenle yirmi birinci yüzyılın başından itibaren bu güne kadar yaklaşık yüz elliden fazla sergi açtım. Yedi Avrupa ülkesinde. Aralarında Fransa da var. Maison Heinrich Heine der Cité Uluslararası Paris Üniversitesinde: DÜNYA BİR KABARE! Almanya ve Fransa’da edebi kabarenin doğuşu. Ardından Montpellier, Toulouse, Lyon, Dijon. Almanca konuşulan ülkelerde, Alzey’den Zürih’e kadar 100 YILLIK GEÇMİŞİYLE KABARE adı altında değişik yerlerde gösteriler düzenledik. Bu kısmen içimdeki cevheri gösteriyor: Tarzı! Yansıma şeklini. Tarihini. Benim için söz konusu olan sanatçılardır. Ve özellikle de demokrasi ve özgürlüğü hedefleyen sanat olarak kabare. Söz konusu olan kabarenin yazarlarıdır. Onların hayat hikayeleri. Onlardan bir çoğu acıklı hikayelerdir. Ve tüm zamanlarda ilgi gösteren insanlar için onların anlamı. La belle epoque dönemi seyircisi için. İmparatorluk zamanında. Hareket ve sansür arasında. Birinci ve ikinci dünya savaşı arasında. Demokrasi ve diktatörlük, militarizm ve faşizmin arasında. Hayatta kalma sanatıdır söz konusu olan. İçerideki ve dışarıdaki sürgünde. Üsluplar ve iskemleler arasında. Söz konusu olan bizim kültürümüz. Ve değişikliğe uğraması. Eğitim. Ve elbette gülmek. Dün olduğu gibi bugün de. Kendimize ve başkalarına gülmek. Geçen zaman içinde alaycılığın ve alaylı dilin topoğrafyasıdır söz konusu olan. Tıpkı konunun insancıllık ve fazla insancıllığın mizah ve şiir sanatı oldu gibi. Absürt ve somut olan. Günümüzün sanatsal biçimde eleştirilmesi. Ve elbette söz konusu eğlencedir. En başından beri. Ve sevgi! Amerikalı filozof George Steiner’e göre, bir araya getirmek aslında, sevginin bir çeşididir.
Kabareyi meydana getiren farklı sahne sanatlarının kombinasyonu biçimsel
Kabareyi meydana getiren farklı sahne sanatlarının kombinasyonu biçimsel bir kavram olarak on dokuzuncu yüzyıldan sonra ortaya çıkıyor. Bu kombinasyona Fransızca’da “kabare” adı veriliyor. Bir yandan taverna anlamına geliyor ve içinde samimiyeti barındırıyor. Diğer yandan ise bölmeli salata tabağı diğer adıyla “ordövr tabağı” anlamındadır. Bölümler sırasıyla müzik, tiyatro, sunum, dans, eskiz ve resim gibi sahne disiplinlerini temsil ediyor. “Cabarets des Assassins” gibi, cinayet türküleri seslendiren bazı öncülerden sonra, aslında ressam olan Rodolphe Salis, 1881 yılında bir sonbahar akşamında Montmartre’deki ‘Le Chat Noir’ isimli meyhanesinde bir fıçının üzerine çıkıp eğlence düşkünü varlıklı seyircilerine farklı sanatlardan gösteriler sunuyor. Dünyada bugüne kadar zamanı eleştiren edebi kabare olarak tanınan olgu işte bu şekilde ortaya çıktı. İlk kabare sunucusu olarak Salis, Cabarets Artistiques (kabare artistlerinin) yaratıcısıydı. Yani, salata tabağının ortasındaki tüm malzemeleri birleştiren sos oydu. Sunuşu kötü bir nam salmıştı. Yer yer aşağılayıcı ve agresifti, tıpkı Chanson şarkıları gibi. Entelektüel Paris seyircisini cezbeden ise tam da buydu. Çok geçmeden edebi elit, “Butte sacré” camiasına katıldı. Onları politikacılar ve aristokratlar takip etti. Örneğin Victor Hugo ve Émile Zola; İtalyan özgürlük savaşçısı Giuseppe Garibaldi ve büyük Napolyon’un yeğeni ve küçük Napoleon’un kuzeni olan Prens Jérôme Bonaparte. Birçok yetenekli şarkıcı, besteci ve konuşmacı sahneye çıktı, bir çoğu daha sonra ünlü oldu, örneğin Fransız kabaresinin ilk büyük kadın şarkıcıları Aristide Bruant ve Yvette Guilbert gibi. Erkek meslektaşı Aristide sosyal eleştirisel şarkılarıyla “Mirliton” adlı lokalinde burjuvanın çifte standardını eleştirerek kariyerini devam ettirmiş ve Henri de Toulouse-Lautrec’in bir plaketi sayesinde bugün hala dünya çapında ününü kaybetmemiştir. 1895 yılına ait iki adet Chat-Noir plaketi kısa bir süre önce, yirminci yüzyılın dönemlerine ait yaklaşık yirmi bin plaket örneği bulunan benim plaket dolabıma girdi. Bu, halkın bir kısmının sanat ve kültüre karşı büyük ilgi duymasıyla başladı. Kabare bunun için, en azından bohem için seçilmiş bir anlatım aracı idi. Yazar Otto Julius Bierbaum bunu şu şekilde yayınladı: “Tüm sanatların rönesansı ve müzikhol hayatı! Yeni bir kültür getireceğiz! Brettl’ın da üstünde üstinsanı doğuracağız! Bu absürt dünyanın altını üstüne getireceğiz!” Bu sözlerinde ciddi idi! Maalesef daha sonra başkaları dünyanın altını üstüne gtirdi. Ama ne olursa olsun, 1900’lerde yeni bir şeyler oluyordu. Bir devrim zamanıydı, devrim atmosferi vardı: Zamanın içine atılmış bir varlık olarak insan. Dünya ise kabare! Art Nouveau tarzında olduğu gibi bu yeni sanat tarzı da yeni bir harekete yol açtı, moda oldu, rağbet gördü ve çok geçmeden imparatorluk başkentine uzanan bir akım haline geldi. Oradaki muhafazakar Baron Ernst von Wolzogen 18 Ocak 1901 tarihinde İmparatorluk kuruluşunun otuzuncu yıl dönümünde “Über-Brettl” ile başarılı oldu. İşletmenin “Bina yönetimi” arşivlendi.
Kısa süre sonra
Münih’te “On Bir Cellat” oyunuyla Almanya’da ilk gerçek siyasi kabare sahnelenecekti. Frank Wedekind, Paris’ten gelen Marc Henry gibi, “Elfen“de etkisini gösterdi. Böylece soyum, anne tarafından Fransa’ya, baba tarafından ise Alman İmparatorluğu’na dayanıyor. Eski aristokratlar gibi Avrupa kökleri iç içe girmiş ve sonrasında devamı gelmiş! 1901’de sadece Spree’de edebi kabare işletmesi olan kırk adet kurum açıldı. Viyana’da‚ “Zum lieben Augustin”, “Nachtlicht” ve “Fledermaus” açıldı. İlk çocuğu August Strindberg’den ve ikincisi Frank Wedekind’den olan Frida Strindberg, Londra’da ilk kabareyi açtı. Öncesinde Barselona’da “El quatre Gats” vardı. Krakow, Varşova, Budapeşte ve St. Petersburg’dan Moskova’ya kadar Fransa ve Alman İmparatorluğunu örnek alan kabareler açıldı. Ancak, ticari anlayış ve sunum becerisinin eksik olduğu yerlerde, daha henüz kurulmuş olan birçok dükkân, çok geçmeden kepenklerini indirmeye başladı. Ancak sahne hızı tutulmuştu. Şimdilik. Daha önce Paris’te de olduğu gibi, bu yeni sanat tarzının karakteristik özelliği “Kneipenbrettel (meyhane insanı), yani ‘gezginlerin’ sahnesi olacaktı. Onunla sanatçı bohemlerinin rüyası gerçek oldu. Yerleşik sanattan bağımsız ve uzak, kendi eserlerini takdim ettikleri yer. İnsan sahnede bu sanat şeklinin dolaysızlığına hayran kalıyor. Tiyatroda oyun, seyircilerin önü de oynanırken kabarede oyun doğrudan seyirci üstüne oynanır. Bu nedenle katılanlara ücret ödenmesi pek adet değildi. Çoğunun ödemesi besin maddeleri ile yapılıyordu. Veya biriktiriliyordu. Gezgin edebiyatı demişken: Örnekleri ve kökleri orta çağın derinliklerine uzanıyor. “Erzpoet“lerin ahlaki ve satirik şiirleri, aşk ve meyhane şarkıları. Hanns Dieters’in ‘Arche Nova’ adlı eserinde ilk program, on ikinci yüzyıla ait şarkılarından birindeki ‘Archipoeta’ rolüne saygı göstergesi niteliğindeydi. Yaklaşık üç yüz şarkıdan oluşan, 1803 yılında Bedediktbeuren manastırında keşfedilen ve “Beuren şarkıları” adı verilen en kıymetli koleksiyon, yeni besteleriyle dünya çapında ün kazandı: Carmina Burana. Abartılı oratoryo olarak serseri şairliği. Carl Orff’un muhteşem müziğiyle tüm zamanların ötesine geçmiş.
Sanatçı boheminin kendisi ise zamana bağlı bir gösteri şeklidir.
Böylece yeni küçük sahne sanatları anlık ve ana bağlı olarak yaşar. Münihli Simplicissimus uzun vadede başarılı olan tek örnektir. Bu başarının mimarı, oldukça tutulan bir konuşmacı olmasının yanı sıra parlak bir iş kadını da olan, Kathi Kobus sanat ve ticareti, bir arada yürütmeyi başarmıştı. Şimdiye kadar hiçbir Alman kabare sahnesinin başaramadığını Simpl başardı ve 1903 yılından 1968 yılına kadar, elli altı yıl boyunca ayakta kaldı. Birinci dünya savaşından önce kimler yoktu ki orada? Münih’in hem üst tabakasından hem de halktan pek çok kimse! Deniz aşırı ülkelerden gelen turistler, Galler Prensi. Bulgaristan Çarı Ferdinand. Belçika kralı! Sanayinin patronları, paralı aristokratlar. ‘Yüzbaşı Köpernick’ olarak nam salan ayakkabı ustası Wilhelm Voigt, para kazanmak için Simpl’de boy gösteriyor ve para karşılığı imza veriyordu. Ve Hans Bötticher adlı bir şahıs. İlkin müdavim müşteri, daha sonra kurumun yazarı olarak; Joachim Ringelnatz adıyla ünlü oldu. Ellinci yaşımda tatlı ve yaşlı bir kadın bana “Katakomp’un Altın Kitabı“nı hediye etti. Uzun zaman önce vefat eden eşi Tibor Kasics ve Werner Finck bu kabareyi 1929 yılında kurmuşlardı. Bu muhteşem hediyenin içinde Joachim Ringelnatz’a ait esprili bir vecize ve Erich Kästner’in kitaplarını resimleyen Walter Trier’in orijinal imzası vardı. Hans Albers, Carl Zuckmayer, Klaus ve Heinrich Mann, Walter Hasenclever ve George Grosz, Max Reinhardt, Erich Mühsam, Gustav Gründgens, Luigi Pirandello ve Erwin Picator, Alfred Döblin ve Richard Huelsenbeck gibi isimlere ait imzalar ve vecizeler.
Sonuncusu kabarenin ‘Dada’ formülünü buldu.
“Dada dünyanın kabaresidir, dünya ve kabarenin dada olması gibi.” Hugo Ball, Zürih’te Cabaret Voltaire ile büyük savaşın dehşetleri karşısında burjuva dünyasının kayıtsızlığına karşı provokasyon niteliğinde bu edebi tarzı bulmuştur. Kurt Tucholsky ve Walter Mehring 1918’den sonraki dönemin en gözde kabare yazarlarıdır. Seyircilerini edebi eserler ve etkileyici komedilerle eğlendiren, yalnız bırakılmış bir cumhuriyetin kronikçileri, cesur mizahın sözcüleriydi onlar. Bert Brecht epik tiyatro teorisinde kabareden ilham alıyordu. Otto Reutter’in şansonetleri, Claire Waldoff ve Marlene Dietrich gibi yıldızların seslendirdiği Friedrich Hollaender ve Rudolf Nelson’un şarkılarıyla kabare özellikle Berlin’de büyük revülerde çeşitli sahnelerde gösteriliyordu. Münih’te, Karl Valentin ile geleneksel-absürt bir yöntemle, hüzünlü silüetinden sıyrılmış bir komedyen canlandırılıyordu. Hitler’in iktidara geçmesinden bir yıl önce, yani 1932 yılında Werner Finck utangaç bir vaziyette sahnede duruyor ve öne doğru bakıyor. Naziler iktidara gelirse, neler olabileceğini hayal ediyor ve şu kehanetlerde bulunuyor: “Üçüncü imparatorluğun ilk haftasında geçit törenleri düzenlenecek. Şayet bu geçit törenleri yağmur, dolu veya kar gibi hava şartlarından dolayı iptal edilecek olursa, etraftaki tüm Yahudiler vurulacak.” — Bu nüktenin, gerçeğe dönebileceği ise pek yakında anlaşılacaktı. Nazilerin iktidarda olduğu dönemde Finck espriyi direniş olarak yaşamaya çalıştı. Yüzlerce kabare sanatçısı ve mizahçı, Bin Yıllık İmparatorluğu toplama kampında geçirdi. Örneğin kapımın önünde, Mainz Romano Guardini Meydanı’nda, mizah yıldızı ile ödüllendirilen sanatçıları hatırlayalım. Erich Mühsam, Fritz Grünbaum ve Kurt Gerron. Oranienburg, Dachau Auschwitz’te öldürüldüler.
8 Mayıs 1945’ten sonra kabare tiyatrosu için gerçek anlamda bir rönesans dönemi başladı. Batı Almanya’da (Trizonezya) mutlu ve melankolik ezgiler yükseliyordu: Yaşasın, hala hayattayız. Düsseldorf komedisinde kabare hem siyasi hem de edebi açıdan belirlediği yeni standartlarla yolculuğuna devam ederken Erich Kästner Münih’te tekrar yazmaya başlıyor ve Günter Neumman’a ait ‘Adalılarla’ birlikte kabare RIAS-Berlin ile Soğuk Savaş’a doğru sürükleniyordu. Wolfgang Neuss ile birlikte Alman halkının bilinç altına sürgünün ve ekonominin altın yıllarının sonuçları yerleştiriyor ve çok geçmeden Münchner Lach & Schießgesellschaft ve Berliner Stachelschweine adlı tiyatro toplulukları telejen yılbaşı programları yapıyordu. Böylece geniş bir burjuva seyirci kitlesinin kafasında yavaş yavaş tanınmaya başlandı. O zamanlar televizyon, siyasi kabareyi büyüttü. Doğu Almanya’da (DDR) kabare kırk yılı aşkın süredir mevcut sansür sınırlarının içerisinde neredeyse zorlanmadan kalmıştır. Bazı durumlarda sosyalizmin güzelliğinin arkasına sığınarak. Bu başlı başına ele alınması gereken bir bölüm. Franz-Josef Degenhardt ile kabare, altmışlı yıllarda batıda NeoNazilerin ortaya çıkışını eleştiriyor, APO ile (parlamento dışı muhalefet) sıkıntılı yetmişli yıllarda faaliyet gösteriyor ve son olarak da Hans Dieter Hüsch’ün Hagenbuch adlı kitabıyla herkesi ve her şeyi hasta ve meczup ilan ediyordu.
Seksenli yıllarda
kabare ‘Üç Tornado’ ile genç spontane ve alternatif sahnesiyle sahnenin tozunu attırıyor, Thomas Freitag ile Bakan Kohl parodileri yapıyor, ‘Bu bizim ülkemizde’ adlı gerçek mizahın mucidi, Gerhard Polt ile zihinsel kökleri yok ediyor, Richard Rogler ile alaycılığın manevi-ahlaki özgürlüğünü destekliyor ve yavaş yavaş ortaya çıkan özel kanallarla giderek çoğalan piyasa değerini keşfediyordu. O zamandan bu yana, kabare ve komedi, siyasi güdümlü katılım ve para hırsı, Almanya’nın küçük sahne sanatları ve büyük arenalar arasında gidip geliyor. Bir zamanlar dengeleri yıkmaya çalışan “şaka, mizah, ironi ve derin anlam”, yüz yılı aşkın bir süre sonra eğlence sektörünün kanunlarına boyun eğmeye başladı. Ülke değişti. Her fırsatta paradigmalar değişiyor. Ancak geçen zaman içinde bu hep böyleydi. Her şeyin bir başlangıcı, gelişme dönemi ve sonu vardır. Ve eninde sonunda bir gün, benim kabare için belgeleyeceğim bir kültürel tarihteki yerini alacaktır. Öyleyse: Hoş geldiniz! Bienvenue! Welcome! Bekleriz. Zaman ayırın. Ve rezervasyon yaptırın. Ziyaret edin. Belki bir gün karşılaşırız! Alman Kabare Arşiviniz.